Herkese yeniden merhaba!
Sayfanın adı ve konsepti her ne kadar gıda mühendisinden tavsiyeler olsa da; 1 yıldır sektörde yaşadıklarımdan yola çıkarak tüm yeni mezun gıda mühendisi arkadaşlarıma bazı tavsiyelerde bulunmak istiyorum. Son 1 yılda yaşadıklarımdan ben 3 önemli ders çıkardım. Uzun vadede faydalanabileceğinize inandığım bu bilgileri sizlerle paylaşarak ihtiyacı olan yeni mezun meslektaşlarımı biraz olsun aydınlatmak isterim. Umarım faydalabileceğiniz bir yazı olur!
1- Benim kariyer yolculuğumda öğrendiğim ilk şey şu oldu: "Gıda mühendisi olduğunda ne yapmak istediğine öğrenciyken karar ver!".
Biliyorum bu o kadar da kolay değil. Çünkü öğrenciyken yaptığımız iki stajda sektörden yalnızca iki birimi deneyimliyoruz. Üstelik bu çoğu zaman 20-25 gün gibi kısa bir süreye tekabül ediyor. Genellikle sadece laboratuvar ve üretim departmanlarında yaptığımız stajlardan sonra "ben şu departmanda çalışmaya karar verdim" demek çok da kolay değil. Peki hiç çalışmadan ne istediğimize karar vermek mümkün mü? Sizlere bu konuda bazı tavsiyeler vermek isterim. Bu tavsiyelerin ışığında belki yüzde yüz karar vermek çok mümkün olmasa da fikir sahibi olmanız mümkün oluyor.
- Stajlarınızı iyi değerlendirin. Bunları mezun olmanız için gereken bir prosedür, yaz tatilinizden çalınan bir zaman olarak görmeyin. Staj vaktinizi verimli geçirmek adına atılgan olun, sorular sorun. Çevrenizi gözlemleyin. Departmanı keşfetmeye çalışın.
-Bu bahsedeceğim en yakın arkadaşıma sektörde uzun yıllar çalışmış bir gıda mühendisi tanıdığının tavsiyesiydi. Hayatınızın geri kalanını nasıl geçirmek istediğinize karar verip kendinizi daha iyi tanımaya çalışın. Örneğin sakin ve çok konuşkan olmayan biriyseniz satış pazarlama departmanı size göre olmayacaktır, ya da iş geliştirme departmanı... Sürekli aynı ortamda aynı şeyleri yapmaktan yani monotonluktan sıkılan biriyseniz laboratuvar departmanı sizin için çok da uygun olmayabilir çünkü özellikle spesifik bir daldaysanız, örneğin GDO laboratuvarındaysanız yapacağınız günlük işler fazlasıyla standart olabilir. Yine örnek vermek gerekirse bir kadın adaysanız işe çok güzel kıyafetlerle, makyaj yaparak, oje sürerek vs gitmek istiyorsanız, laboratuvar ve üretim departmanları sizin için hiç uygun olmayabilir. Araştırma yapmayı sevmiyorsanız, yeni şeyler keşfetmek, yaratıcı olmak size göre değilse Ar-Ge departmanı da sizi mutlu etmeyecektir. Gördüğünüz gibi karakteriniz, yaşam tarzınız hatta işe nasıl gitmek istediğiniz ve nasıl bir ortamda çalışmak istediğiniz bile size hangi departmanın daha uygun olduğu hakkında bilgi verebiliyor.
2. Kariyer yolculuğumun başında aldığım en büyük derslerden biri "Nereye ait olduğunuzu bilin, kendinizin farkında olun!"
Bu nokta kimilerinize acımasızca ve egoistçe bir yaklaşım gibi gelse de realist olmak gerekiyor. Türkiye'de gıda mühendisliği eğitimi tüm devlet üniversitelerinde ve tüm vakıf üniversitelerinde mevcut değil. Türkiye'nin en iyi üniversitelerinden olan İTÜ, ODTÜ ve YTÜ'de gıda mühendisliği eğitimi mevcut. Özellikle İTÜ ve ODTÜ bildiğimiz üzere çok daha kalifiye ve teknik bilgiye sahip mühendisler yetiştiriyor. Bu yüzden bir İTÜ mezununun yeri catering firması olamaz... Ben de bir İTÜ mezunuyum ve işsiz kaldığım bir dönemde kısa süreli de olsa bir catering firmasında çalıştım ve birkaç catering firmasıyla iş görüşmeleri gerçekleştirdim. Buralar size bir mühendis gibi yaklaşan çalışma ortamları değil. Mevzuat gereği, zorunluluktan bulundurdukları gıda mühendislerini ihtiyaç duydukları her alanda joker gibi kullanabileceğine inanan, hakettiğiniz değeri size vermeyen, eğitiminize saygı duymayan insanlarla dolu. Ben cateringde çalıştığım ve sonrasında iş görüşmelerine gittiğim 4 ay gibi bir süreçte kendime olan tüm saygımı kaybettim ve psikolojim yerle bir oldu. Biz teknik üniversite mezunları öğrenciyken bile onlarca proje hazırlıyor ve çok güzel işler ortaya çıkarabiliyoruz. Fakat toplu tüketim hizmeti veren yemek sektöründe bunun hiçbir kıymeti yok, size irsaliye kesme, fatura düzenleme gibi işler bile verebiliyorlar. Türkiye'nin en büyük catering firmasına görüşmeye gittiğimde "projedeki yoğunluğa bağlı olarak ihtiyaç olursa bulaşık bile yıkamam gerekebileceği" söylenmişti. O gün anladım ki kendime ve aldığım eğitime çok büyük haksızlık ediyorum. Yapılacak işi asla küçümsemiyorum sadece bu pozisyonda çalışacak olan insan teknik üniversite mezunu bir insan olamaz, bundan bahsediyorum. Başvurularınızı bu durumu göz önünde bulundurarak yapmanızı tavsiye ederim.
3. Önceliğiniz maddiyat olmasın, işin kalitesi ve size neler katabileceği olsun!
Üniversite bittiğinde her alana yönelebilecek altyapıya ve teknik donanıma sahip bir mühendis oluyorsunuz. Fakat herhangi bir alanda uzmanlığınız yok. Ki tecrübe gerçekten iş hayatının çok önemli bir parçası. İlk işe başladığınızda "ben hiçbir şey bilmiyormuşum" duygusuna kapılabilirsiniz. Çünkü her departman apayrı bir dünya olduğu gibi, her sektör de apayrı bir dünyadır. Hatta her şirket de kendi içinde yepyeni bir dünyadır. Kurum kültürü ve kurumsal bilgi dediğimiz şeyler devreye girer ve size sıfırdan adım atılacak bir kapı aralar.
Bunun bilincinde olmayan bazı yeni mezunlar, "ben üniversite mezunu bir mühendisim" bakış açısıyla hiçbir unvana ve uzmanlık alanına sahip olmadığı halde daha yüksek ücretler için kariyer yolculuğunda ona daha büyük katkılar sağlayacak işleri görmezden gelebilir. Bazen önü açık ama daha küçük ölçekli bir firmada çalışmaya başlayıp tecrübe kazanmak ve kazanılacak parayı çok da önemsememek, çok iyi bir yerde bir tık fazla paraya kendine bir şey katamadan çalışmaktan daha faydalı olabilir.
Ben iş hayatına uluslararası bir laboratuvar grubunun satış departmanında asistan olarak başladım. Tam 6 ay çalıştım ve bu 6 ayın sonunda geri dönüp baktığımda uluslararası platformda birileriyle mailleşip yazışma adabını öğrenmek dışında mühendis olarak kendime hiçbir şey katmadığımı farkettim. Şu anda orada kazanabileceğimden çok daha az para kazandığım bir şirkette, oradakinden daha uzun saatler çalışıyorum. Fakat hem kurum içi kültürün çok kuvvetli olduğu, hem işini çok iyi yapan insanlarla bir arada olduğum, hem de orada 6 ayda edinemediğim kadar tecrübeyi burada 1 ayda edinebildiğim için çok mutluyum. Eminim ki 2-3 yıl içerisinde bugün çektiğim sıkıntıların meyvesini yiyeceğim. Eski iş yerimde kurum içi kültür de çok zayıftı ve beni sürekli psikolojik olarak aşağı çeken hırslı insanlarla doluydu. Son ayımda her gün tuvalete gidip ağladığımı, herkesin bana çok mutsuz göründüğümü söylediğini hatırlıyorum. Oradan ayrıldığım gün hayatımda çok büyük bir dönüm noktası olduğunun farkındaydım. Gerçekten de öyle oldu. Şu an orada edindiğim hayat tecrübesiyle nerede ne yapmak istediğine karar vermiş, mutlu olduğu yerde ve hak ettiği şekilde çalışan bir mühendisim. Lütfen siz de çalışacağınız şirketin ne kadar idealist olduğuna, size neler katabileceğine birtakım başka küçük ayrıntılardan daha çok önem gösterin. Zaten üniversitede almanız gereken eğitimi en iyi şekilde almış ve mezun olmuşsunuz. Bu altyapıyı en iyi şekilde destekleyecek doğru bir iş ve doğru bir pozisyonda, rahat ve mutlu çalışabileceğiniz bir şirkette işe başlayıp burada birkaç yıl geçirirseniz alanınızda uzman olacaksınız ve ilk birkaç yıl sıkıntı yaşasanız bile emin olun sonrasında her şey olması gerektiği çok daha iyi ve güzel olacak...
Umarım tecrübelerimi size doğru aktarabilmişimdir. Lütfen soracağınız şeyler olursa benimle iletişime geçmekten çekinmeyin...
Gıda Üzerine
22 Aralık 2018 Cumartesi
11 Aralık 2018 Salı
Faydalı Gıdalar Serisi 1 - Ruşeym
Yeniden Merhaba!
Bir önceki yazımda bahsettiğim faydalı gıdalar serisini ruşeymle başlatıyorum. Umarım faydalacağınız bir yazı olur. Keyifli okumalar...
1- Ruşeym Nedir?
Öncelikle ruşeym nedir sorusunun cevabıyla başlamak istiyorum. Arapça kökenli bir kelime olan ruşeym oğulcuk, embriyo ve öz anlamlarına gelmektedir. Buğdayın özü olarak tanımlayabiliriz. Buğday başağının alt tarafında yer alan ve buğdayın besin öğeleri açısından en zengin olduğu bölümüdür. 1 kg ruşeym elde etmek için 1 ton buğday işlemek gerekmektedir. İşleme esnasında ruşeym ve buğday birbirinden ayrılır çünkü ruşeym içerik açısından zenginliği sebebiyle buğdayın genel yapısını bozabilir. Bu ayırma işleminden dolayı buğday unuyla tükettiğimiz her gıdada ruşeymin zenginliğinden faydalanamıyoruz demektir.
2- Faydaları Nelerdir?
Şanslıyız ki son yıllarda ruşeymin kıymeti iyice anlaşıldığı için artık buğday ruşeyminin paketli şekilde pek çok marka tarafından satıldığını görüyoruz. Aşağıdaki görselde buğday ruşeymine ait besin değerlerini görebilirsiniz.
%12 diyet lifi ve %31 protein içeriği ile ne kadar zengin bir gıda olduğunu görebilirsiniz.
Sağladığı faydalardan bahsetmek gerekirse;
-Yüksek lif değeri sayesinde sindirim sistemini dengeler.
-Vücudun bağışıklık sistemini güçlendirir.
-Anti-aging (yaşlanma karşıtı) etkisi vardır.
-Antioksidan özelliğe sahip olduğu için hücre yenileyicidir ve genetik bozukluklara karşı vücudu korumaya yardımcıdır.
-Kolesterolü dengeler.
-Doğurganlık arttırıcı etkisi vardır, kısırlık tedavisinde kullanılır.
-Çocukların zihinsel gelişimine katkıda bulunur.
Zengin içeriğinin vücudumuza faydaları saymakla bitmez ancak en bilinen faydaları bu şekildedir.
3- Nasıl Tüketmeliyiz?
Her gün 2 yemek kaşığı ruşeym tüketilmesi tavsiye edilir. Böylelikle ortalama 15-20 gram kadar protein de almış olursunuz.
En kolay alternatifler salataya veya yoğurda karıştırmaktır. Hem ara öğün olarak tüketildiğinde zengin lif içeriği sayesinde sizi uzun süre tok tutacaktır, hem de vücudunuza ekstra protein almanızı sağlamış olacaktır.
Bunun yanı sıra irmik, kepek veya galeta ununun alternatifi gibi kullanabilirsiniz. Örneğin kısıra koyabilir, köfte harcı olarak değerlendirebilir, çorbanıza ilave edebilirsiniz. Tam buğday unuyla yaptığınız ekmeğe karıştırabilir veya pankek, krep hamuruna ekleyebilirsiniz.
Günlük tükettiğiniz sıvı içecekler yada smoothieler varsa keten tohumu alternatifi olarak da kullanabilirsiniz. Meyve pürelerine ekleyebilir, hatta şekersiz reçelde bile tohum yerine tercih edebilirsiniz.
Ruşeymle ilgili merak ettiğiniz farklı bilgiler varsa veya eklemek istedikleriniz olursa lütfen yorum yapmayı unutmayın.
Okuduğunuz için teşekkürler...
Bir önceki yazımda bahsettiğim faydalı gıdalar serisini ruşeymle başlatıyorum. Umarım faydalacağınız bir yazı olur. Keyifli okumalar...
1- Ruşeym Nedir?
Öncelikle ruşeym nedir sorusunun cevabıyla başlamak istiyorum. Arapça kökenli bir kelime olan ruşeym oğulcuk, embriyo ve öz anlamlarına gelmektedir. Buğdayın özü olarak tanımlayabiliriz. Buğday başağının alt tarafında yer alan ve buğdayın besin öğeleri açısından en zengin olduğu bölümüdür. 1 kg ruşeym elde etmek için 1 ton buğday işlemek gerekmektedir. İşleme esnasında ruşeym ve buğday birbirinden ayrılır çünkü ruşeym içerik açısından zenginliği sebebiyle buğdayın genel yapısını bozabilir. Bu ayırma işleminden dolayı buğday unuyla tükettiğimiz her gıdada ruşeymin zenginliğinden faydalanamıyoruz demektir.
2- Faydaları Nelerdir?
Şanslıyız ki son yıllarda ruşeymin kıymeti iyice anlaşıldığı için artık buğday ruşeyminin paketli şekilde pek çok marka tarafından satıldığını görüyoruz. Aşağıdaki görselde buğday ruşeymine ait besin değerlerini görebilirsiniz.
%12 diyet lifi ve %31 protein içeriği ile ne kadar zengin bir gıda olduğunu görebilirsiniz.
Sağladığı faydalardan bahsetmek gerekirse;
-Yüksek lif değeri sayesinde sindirim sistemini dengeler.
-Vücudun bağışıklık sistemini güçlendirir.
-Anti-aging (yaşlanma karşıtı) etkisi vardır.
-Antioksidan özelliğe sahip olduğu için hücre yenileyicidir ve genetik bozukluklara karşı vücudu korumaya yardımcıdır.
-Kolesterolü dengeler.
-Doğurganlık arttırıcı etkisi vardır, kısırlık tedavisinde kullanılır.
-Çocukların zihinsel gelişimine katkıda bulunur.
Zengin içeriğinin vücudumuza faydaları saymakla bitmez ancak en bilinen faydaları bu şekildedir.
3- Nasıl Tüketmeliyiz?
Her gün 2 yemek kaşığı ruşeym tüketilmesi tavsiye edilir. Böylelikle ortalama 15-20 gram kadar protein de almış olursunuz.
En kolay alternatifler salataya veya yoğurda karıştırmaktır. Hem ara öğün olarak tüketildiğinde zengin lif içeriği sayesinde sizi uzun süre tok tutacaktır, hem de vücudunuza ekstra protein almanızı sağlamış olacaktır.
Bunun yanı sıra irmik, kepek veya galeta ununun alternatifi gibi kullanabilirsiniz. Örneğin kısıra koyabilir, köfte harcı olarak değerlendirebilir, çorbanıza ilave edebilirsiniz. Tam buğday unuyla yaptığınız ekmeğe karıştırabilir veya pankek, krep hamuruna ekleyebilirsiniz.
Günlük tükettiğiniz sıvı içecekler yada smoothieler varsa keten tohumu alternatifi olarak da kullanabilirsiniz. Meyve pürelerine ekleyebilir, hatta şekersiz reçelde bile tohum yerine tercih edebilirsiniz.
Ruşeymle ilgili merak ettiğiniz farklı bilgiler varsa veya eklemek istedikleriniz olursa lütfen yorum yapmayı unutmayın.
Okuduğunuz için teşekkürler...
7 Aralık 2018 Cuma
Evde mi Yesek, Dışardan mı Söylesek?
Herkese Merhaba,
Gıda mühendisliği bölümünü bitirdikten sonra kısa bir süre bir restaurantta üretim departmanı sorumlusu olarak görev aldım. İstanbul'un en nezih semtlerinden birinde sağlıklı beslenmeye yönelik alternatifler hazırlayıp hem paket servis hem de restaurantta satış hizmeti veren kaliteli bir yerdi. 15 farklı salata, 5-6 farklı kase, dürüm ve tost gibi alternatifler mevcuttu. Zan altında bırakmamak adına ismini veremeyeceğim. Sadece orada geçirdiğim süre boyunca tecrübe ettiğim bazı önemli şeyler oldu. Gerek kendi şahit olduğum, gerek şeften duyduğum ve eğitim hayatımda da türlü örneklerini öğrendiğim bu bilgileri sizlere aktarmak istedim. Dışarıda yemek yerken nelere dikkat etmeliyiz temalı bir yazı olacak. Umarım keyifle okursunuz.
1- Soslar güzeldir, kendiniz karıştırıyorsanız!
Çok bilinen fakat hatırlatmakta fayda gördüğüm bir bilgi. Çiğ yada pişmiş farketmez, soslu tavuk, hindi veya et tüketmenizi tavsiye etmem. Genel itibariyle et ve et ürünlerini sosla karıştırılmış şekilde servis etmek; son kullanma tarihi yaklaşan veya tadı değişmiş ürünlerin tadını ve kokusunu bastırmak için kullanılan bir stratejidir. Bazen benmari dediğimiz yöntemde ürünlerin sıcak platelerin üzerindeki tavada, sosun içinde günlerce beklediği olur. Ürün bozulmadan da bu şekilde üretilmiş olabilir. Ancak sosun içinde ürünün kokusunun değiştiğinin anlaşılması sossuz versiyona göre bir hayli zordur. Bazen günlerce sosta bekleyen ürün, kokmadığı ve tadı değişmediği düşünüldüğü için tüketilmeye devam edip insan sağlığını tehdit edecek sorunlara yol açabilir. Bu yüzden tavsiyem özellikle benmaride beklediğini gözlemlediğiniz sirkülasyonu düşüp mekanlarda et ve et ürünlerini tercih etmeyin.
2- Tercihi garsona bırakmayın!
Türk toplumunun klişelerinden biridir. Tavsiye üzerine gittiği restaurantta karar garsona bırakılır. Şanslıysanız gerçekten oranın en güzel yemeğini de yiyebilirsiniz. Fakat tarihi gelmiş ve çöpe atılmak üzere bekleyen yemekler de önünüze gelebilir. Üstelik bu en çok sevilen yemeklerimizden biridir diye kandırılabilirsiniz.
3- Şefin spesiyali kulağa hoş gelmiyor aslında...
Ama işin aslı çok da masum olmayabilir. Birkaç gündür dolapta bekleyen birkaç farklı çeşit karıştırılarak spesiyal olarak sunulabilir. Yada bozulmak üzere olan soslar eritilmek için böyle bir çeşit çıkarılabilir. Bildiğimizden çok şaşmamak lazım...
4- En çok satılan en güvenlidir.
Safety zone dediğimiz bölgedesiniz. Bir restaurantın en çok satılan ürünü sürekli üretimde demektir. Bayat olması çok düşük bir ihtimaldir. Marka değerini de veren ürün olduğu için en iyi şekilde yapılmaya genelde özen gösterilir. Adı sanı çok farklı diye denemeler yapmak elbette eğlenceli gelebiliyor ama o adı sanı farklı gıdaların çok fazla tüketilmediği ve anlık üretilmeme ihtimalini de göz önünde bulundurmak lazım.Özellikle steak konusunda ekstra dikkatli olmakta fayda var. Et ve et ürünleri en büyük risk grubu olduğu için tavsiyem bu ürünleri sadece steak restaurantlarda tüketin.
Tabi tüm bunları uyarı maiyetinde yazmış olmakla birlikte, bu şekilde değerlendirilmemesi gereken gayet samimi mekanlar da yok değil. Bazı mekanlar her gelen müşteriyi en kıymetli müşterisi olarak görüp en iyi hizmeti sunmaya çalışır. Zaten bu yazdıklarım bildiğiniz, alışık olduğunuz veya kendini kanıtlamış olan restaurantlar için geçerli değil. İlk kez yemek yiyeceğiniz ve pek de fikir sahibi olmadığınız mekanlar için geçerli olan nacizane tavsiyelerdi. Umarım faydalı bir yazı olmuştur...
Gıda mühendisliği bölümünü bitirdikten sonra kısa bir süre bir restaurantta üretim departmanı sorumlusu olarak görev aldım. İstanbul'un en nezih semtlerinden birinde sağlıklı beslenmeye yönelik alternatifler hazırlayıp hem paket servis hem de restaurantta satış hizmeti veren kaliteli bir yerdi. 15 farklı salata, 5-6 farklı kase, dürüm ve tost gibi alternatifler mevcuttu. Zan altında bırakmamak adına ismini veremeyeceğim. Sadece orada geçirdiğim süre boyunca tecrübe ettiğim bazı önemli şeyler oldu. Gerek kendi şahit olduğum, gerek şeften duyduğum ve eğitim hayatımda da türlü örneklerini öğrendiğim bu bilgileri sizlere aktarmak istedim. Dışarıda yemek yerken nelere dikkat etmeliyiz temalı bir yazı olacak. Umarım keyifle okursunuz.
1- Soslar güzeldir, kendiniz karıştırıyorsanız!
Çok bilinen fakat hatırlatmakta fayda gördüğüm bir bilgi. Çiğ yada pişmiş farketmez, soslu tavuk, hindi veya et tüketmenizi tavsiye etmem. Genel itibariyle et ve et ürünlerini sosla karıştırılmış şekilde servis etmek; son kullanma tarihi yaklaşan veya tadı değişmiş ürünlerin tadını ve kokusunu bastırmak için kullanılan bir stratejidir. Bazen benmari dediğimiz yöntemde ürünlerin sıcak platelerin üzerindeki tavada, sosun içinde günlerce beklediği olur. Ürün bozulmadan da bu şekilde üretilmiş olabilir. Ancak sosun içinde ürünün kokusunun değiştiğinin anlaşılması sossuz versiyona göre bir hayli zordur. Bazen günlerce sosta bekleyen ürün, kokmadığı ve tadı değişmediği düşünüldüğü için tüketilmeye devam edip insan sağlığını tehdit edecek sorunlara yol açabilir. Bu yüzden tavsiyem özellikle benmaride beklediğini gözlemlediğiniz sirkülasyonu düşüp mekanlarda et ve et ürünlerini tercih etmeyin.
2- Tercihi garsona bırakmayın!
Türk toplumunun klişelerinden biridir. Tavsiye üzerine gittiği restaurantta karar garsona bırakılır. Şanslıysanız gerçekten oranın en güzel yemeğini de yiyebilirsiniz. Fakat tarihi gelmiş ve çöpe atılmak üzere bekleyen yemekler de önünüze gelebilir. Üstelik bu en çok sevilen yemeklerimizden biridir diye kandırılabilirsiniz.
3- Şefin spesiyali kulağa hoş gelmiyor aslında...
Ama işin aslı çok da masum olmayabilir. Birkaç gündür dolapta bekleyen birkaç farklı çeşit karıştırılarak spesiyal olarak sunulabilir. Yada bozulmak üzere olan soslar eritilmek için böyle bir çeşit çıkarılabilir. Bildiğimizden çok şaşmamak lazım...
4- En çok satılan en güvenlidir.
Safety zone dediğimiz bölgedesiniz. Bir restaurantın en çok satılan ürünü sürekli üretimde demektir. Bayat olması çok düşük bir ihtimaldir. Marka değerini de veren ürün olduğu için en iyi şekilde yapılmaya genelde özen gösterilir. Adı sanı çok farklı diye denemeler yapmak elbette eğlenceli gelebiliyor ama o adı sanı farklı gıdaların çok fazla tüketilmediği ve anlık üretilmeme ihtimalini de göz önünde bulundurmak lazım.Özellikle steak konusunda ekstra dikkatli olmakta fayda var. Et ve et ürünleri en büyük risk grubu olduğu için tavsiyem bu ürünleri sadece steak restaurantlarda tüketin.
Tabi tüm bunları uyarı maiyetinde yazmış olmakla birlikte, bu şekilde değerlendirilmemesi gereken gayet samimi mekanlar da yok değil. Bazı mekanlar her gelen müşteriyi en kıymetli müşterisi olarak görüp en iyi hizmeti sunmaya çalışır. Zaten bu yazdıklarım bildiğiniz, alışık olduğunuz veya kendini kanıtlamış olan restaurantlar için geçerli değil. İlk kez yemek yiyeceğiniz ve pek de fikir sahibi olmadığınız mekanlar için geçerli olan nacizane tavsiyelerdi. Umarım faydalı bir yazı olmuştur...
6 Aralık 2018 Perşembe
Paketli Ürün mü, Açık Satılan Ürün mü? Hangisini Tercih Etmeliyiz?
Herkese Merhaba,
Bugün Türk insanı için büyük bir tabu olan paketli ürün ile açık ürün kıyaslaması konusuyla ilgili bir şeyler yazmak istedim. Yıllardır medyada bilgili, bilgisiz; işinin ehli yada ehli olmayan herkesin televizyon ekranlarında ve çeşitli yayın organları aracılığıyla yaptığı açıklamalar sebebiyle paketli gıdaya karşı inanılmaz bir önyargı mevcut. Özellikle söz konusu gıda-sağlık ilişkisi olunca son derece büyük bir bilgi kirliliğiyle karşılaşıyoruz. Bir gıda mühendisi olarak herhangi bir konuda sahip olduğu yanlış algıyı değiştirmek istediğim insanların büyük bir çoğunluğu kaynağı belirsiz bir Facebook postuna benden daha çok güvenebiliyor. Buna kendi ailem bile dahil olduğu için bu durumu artık yadırgamıyorum. Fakat yine de naçizane bir gıda mühendisinin de fikirlerini önemseyecek insanlar olduğunu bildiğimden böyle yazılar da paylaşmak istiyorum.
Bildiğimiz üzere, artık neredeyse her ürün grubunda hem paketli hem de açık satışa denk gelmek mümkün. Süt, peynir, et ve et ürünleri, hububat, salça, turşu hatta unlu mamullerin açık satışına pazarlarda şahit oluyoruz. Fiyatlar arasında çok büyük bir farklılık gözlenmemekle birlikte pazarda markete kıyasla daha uygun fiyatlı alternatifler bulmak da mümkün olabiliyor.
Hem yıllardır süregelen alışkanlıklar, hem medyada yaratılmış olan paketli gıda korkusu hem de daha cazip fiyatlar bir araya gelince pazardan veya bakkal, küçük market tarzı yerlerden yapılan alışverişlere şaşırmamak lazım.
Ben sizin başka bir açıdan bakmanızı rica edeceğim. Diyelim ki rahatsızız, basit bir soğuk algınlığı olarak düşünelim. Doktora gitmeye üşendiniz, ilaç kutunuzu açtınız. Bir tane üzerinde firma adı, üretim ve son kullanma tarihleri yazan, prospektüsü de içinde olan ilaç kutusu var. Tarihi henüz geçmemiş, üreticisi belli, prospektüsünde de soğuk algınlığı tedavisine uygun olduğu yazıyor. Her zaman da kullandığınız, adı sanı bilinen bir ilaç. Bir tane de kutusuz, isimsiz, tarihsiz ve prospektüsü olmayan fakat diğer ilacın görüntüsüyle birer bir görünüme sahip bir ilaç var. Hangisini tercih edersiniz? Görüntüsü aynı olsa bile güvenebilir misiniz?
Bir başka örnek; diyelim ki ikinci el bir eşya alacaksınız. İki tane benzer özelliklerde ürünü kıyaslıyorsunuz. Fiyatlar aynı ancak birinin garantisinin ne zaman tamamlanacağı, üreticisi ve nereden alındığı belliyken diğerinde bu bilgilerin hiçbiri mevcut değil. Görsel olarak birebir olsalar hatta garantisinin ne zaman tamamlanacağı belli olmayan ürünün fiyatı daha uygun bile olsa tercih etmezsiniz diye tahmin ediyorum.
Bu kadar basit iki örnekte dikkat ettiğimiz kriterler ürünün geçmişine dair elde edebileceğimiz maksimum bilgi oldu. Çünkü ürünü gönül rahatlığıyla kullanmak ve ürünü kullandığımızda bir sorunla karşılaşırsak karşımızda bir muhatap bulmak istiyoruz.
Peki söz konusu gıda olunca; üreticisi, üretim ve son kullanma tarihi, içeriği belli, ilgili bakanlıklar tarafından rutin şekilde kontrol edilen, çeşitli laboratuvar analizlerine tabi tutulan, hijyenik ortamda üretilen, ürünle ilgili bir sorun yaşadığımızda etiketi sayesinde karşımızda bir muhatap bulabildiğimiz ürünü tercih etmek yerine; neden nereden geldiği, nerede üretildiği, hangi koşullarda üretildiği belli olmayan ve belki de hayatımızın sonuna kadar bir daha görmeyeceğimiz bir satıcının sattığı gıdayı almayı tercih ediyoruz?
Belki de önyargıları yıkmanın vakti gelmiştir... Yorumu size bırakıyorum.
Bugün Türk insanı için büyük bir tabu olan paketli ürün ile açık ürün kıyaslaması konusuyla ilgili bir şeyler yazmak istedim. Yıllardır medyada bilgili, bilgisiz; işinin ehli yada ehli olmayan herkesin televizyon ekranlarında ve çeşitli yayın organları aracılığıyla yaptığı açıklamalar sebebiyle paketli gıdaya karşı inanılmaz bir önyargı mevcut. Özellikle söz konusu gıda-sağlık ilişkisi olunca son derece büyük bir bilgi kirliliğiyle karşılaşıyoruz. Bir gıda mühendisi olarak herhangi bir konuda sahip olduğu yanlış algıyı değiştirmek istediğim insanların büyük bir çoğunluğu kaynağı belirsiz bir Facebook postuna benden daha çok güvenebiliyor. Buna kendi ailem bile dahil olduğu için bu durumu artık yadırgamıyorum. Fakat yine de naçizane bir gıda mühendisinin de fikirlerini önemseyecek insanlar olduğunu bildiğimden böyle yazılar da paylaşmak istiyorum.
Bildiğimiz üzere, artık neredeyse her ürün grubunda hem paketli hem de açık satışa denk gelmek mümkün. Süt, peynir, et ve et ürünleri, hububat, salça, turşu hatta unlu mamullerin açık satışına pazarlarda şahit oluyoruz. Fiyatlar arasında çok büyük bir farklılık gözlenmemekle birlikte pazarda markete kıyasla daha uygun fiyatlı alternatifler bulmak da mümkün olabiliyor.
Hem yıllardır süregelen alışkanlıklar, hem medyada yaratılmış olan paketli gıda korkusu hem de daha cazip fiyatlar bir araya gelince pazardan veya bakkal, küçük market tarzı yerlerden yapılan alışverişlere şaşırmamak lazım.
Ben sizin başka bir açıdan bakmanızı rica edeceğim. Diyelim ki rahatsızız, basit bir soğuk algınlığı olarak düşünelim. Doktora gitmeye üşendiniz, ilaç kutunuzu açtınız. Bir tane üzerinde firma adı, üretim ve son kullanma tarihleri yazan, prospektüsü de içinde olan ilaç kutusu var. Tarihi henüz geçmemiş, üreticisi belli, prospektüsünde de soğuk algınlığı tedavisine uygun olduğu yazıyor. Her zaman da kullandığınız, adı sanı bilinen bir ilaç. Bir tane de kutusuz, isimsiz, tarihsiz ve prospektüsü olmayan fakat diğer ilacın görüntüsüyle birer bir görünüme sahip bir ilaç var. Hangisini tercih edersiniz? Görüntüsü aynı olsa bile güvenebilir misiniz?
Bir başka örnek; diyelim ki ikinci el bir eşya alacaksınız. İki tane benzer özelliklerde ürünü kıyaslıyorsunuz. Fiyatlar aynı ancak birinin garantisinin ne zaman tamamlanacağı, üreticisi ve nereden alındığı belliyken diğerinde bu bilgilerin hiçbiri mevcut değil. Görsel olarak birebir olsalar hatta garantisinin ne zaman tamamlanacağı belli olmayan ürünün fiyatı daha uygun bile olsa tercih etmezsiniz diye tahmin ediyorum.
Bu kadar basit iki örnekte dikkat ettiğimiz kriterler ürünün geçmişine dair elde edebileceğimiz maksimum bilgi oldu. Çünkü ürünü gönül rahatlığıyla kullanmak ve ürünü kullandığımızda bir sorunla karşılaşırsak karşımızda bir muhatap bulmak istiyoruz.
Peki söz konusu gıda olunca; üreticisi, üretim ve son kullanma tarihi, içeriği belli, ilgili bakanlıklar tarafından rutin şekilde kontrol edilen, çeşitli laboratuvar analizlerine tabi tutulan, hijyenik ortamda üretilen, ürünle ilgili bir sorun yaşadığımızda etiketi sayesinde karşımızda bir muhatap bulabildiğimiz ürünü tercih etmek yerine; neden nereden geldiği, nerede üretildiği, hangi koşullarda üretildiği belli olmayan ve belki de hayatımızın sonuna kadar bir daha görmeyeceğimiz bir satıcının sattığı gıdayı almayı tercih ediyoruz?
Belki de önyargıları yıkmanın vakti gelmiştir... Yorumu size bırakıyorum.
3 Aralık 2018 Pazartesi
Çocuklarda Obezite Tehlikesi! Neler Yapabiliriz?
Herkese Merhaba,
Bugün yine takip ettiğim kaynaklardan birinde denk geldiğim çok güzel bir bilgiseli sizlerle paylaşacağım.
Hepimizin bildiği gibi dünyada obezite her geçen gün yaygınlaşıyor. Uzmanlar önümüzdeki yıllarda her üç Avrupalı çocuktan birinin obez olacağını öngörüyor. Değişen ebeveyn davranışlarının ve yanlış yönlendirmelerin de bu durumda çok büyük etkisi var. Çocuklara sağlıklı beslenme alışkanlığı kazandırmak da bir ebeveyn görevi. Üstelik sağlıklı beslenme alışkanlığı kazanmak obezitenin önüne geçmenin yanı sıra, uzun vadede diyabet ve kalp hastalıklarını riskini de azaltacaktır. Yine uzmanlar erken yaşta kazanılan sağlıklı beslenme alışkanlığı sayesinde obezite riskinin %60'a kadar azaldığını, ayrıca kanser, 2-tip diyabet, kalp krizi, uyku apnesi, yüksek kan basıncı ve erken ölüm riskini de minimuma indirdiğini söylüyor. Peki çocuklarımıza bu konuda nasıl yardımcı olabilir, onları nasıl yönlendirebiliriz?
1- Kendilerine güvenmelerine ve güçlü olmalarına yardımcı olun!
Bir çocuk için her şeyden önemlisi bu durumun psikolojik ağırlığını üzerinde hissetmemesidir.
Eğer çocuğunuza kilosuyla ilgili baskıda bulunur ve onun kendisini kilosundan dolayı kötü hissetmesine sebep olursanız uzun vadede çok daha büyük bir zarar vermiş olursunuz. Onları kalori yakmaya yönelik aktiviteler konusunda daha farklı yollarla cesaretlendirin, kilolarını öne sürmeyin.
2- Örnek olun!
Birlikte aktivite yapın. Örneğin birlikte yürüyüşe ve koşuya çıkın, bir spor aktivitesini birlikte gerçekleştirin. Çocuklar yetişkinlerin davranışlarına özenme ve taklit etme eğilimindedir. Siz spor yaparsanız ve bunun ne kadar eğlenceli bir aktivite olduğuna çocuğunuzu inandırırsanız, kendisi de isteyerek bu aktivitelere katılacaktır.
3- Birlikte market alışverişine çıkın!
Alışveriş listenizde poşeti doldurmanıza o da yardım etsin. Sebze meyve reyonuna geldiğinizde istediği sebzeyi onun seçmesini bir dahaki menüde o sebzeyi deneyeceğinizi söyleyin. Çocuklar yeniliklere ve içinde küçük oyunlar barındıran aktivitelere daha çok ilgi duyar. Bu şekilde daha önce yemediği bir sebzeyi denemesini ve sevmesini sağlayabilirsiniz.
4- Birlikte yemek yapın!
Evet özellikle çalışan anneler için bazen dışardan söylemek büyük kolaylık olabilir fakat çocuğumuz ve kendi sağlığımız için en iyisi her zaman yemeğimizi kendimiz pişirmek olacaktır. Böylesi hem daha ucuz, hem de çocuklarla birlikte gerçekleştirilen eğlenceli bir aktivite olacaktır. Özellikle bir sebze yemeğini çocuğunuzla pişirirseniz, yapım aşamasına kendisi de dahil olduğu için o yemeği yemesi daha kolay hale gelir.
5- Yemeği birlikte yiyin!
Bazen yemek saatleri birbirine hiç uymayabilir ve evdeki tüm bireyler ayrı ayrı yemek zorunda kalabilir. Fakat ortak bir yemek saati belirleyip birlikte yemek yemek hem yediklerinizle çocuklarınıza örnek olmanız hem de onun yeme alışkanlıklarını daha iyi gözlemlemeniz açısından faydalı olacaktır.
6- Daha küçük porsiyonlar hazırlayın!
Özellikle gelişim çağında tüm vitamin ve mineralleri ihtiyaç duyduğu kadar alabilmesi için gün içinde farklı besinlerden oluşan sık porsiyonlar çocuğunuzun sağlığını olumlu destekleyecektir. Bununla birlikte arada küçük kaçamaklar yapmak için de küçük porsiyonlu tüketime geçiş fikri ideal olabilir.
7- Yemekleri ödül olarak kullanmaktan vazgeçin!
Bir etiket, bir oyuncak, bir oyun ödül olabilir. Ancak yemek bir ödül değil yaşamsal bir gereksinimdir. Bu yüzden çocuklarınızı iyi davranışları için bir dilim pasta veya bir paket çikolatayla ödüllendirmeyin.
8- Su içmeye teşvik edin!
Hayatımız boyunca en zor edindiğimiz alışkanlıklardan biri de bu. Çocuk yaşta su içmeyi alışkanlık haline getirmek daha kolaydır. Şekerli içeceklerdense su içmeye yönlendirin. Bunun için ona ait seveceği tasarımda bir şişe suyu gün içinde tamamen içip bitirmesini yine ona oyun gibi empoze edebilir, bu oyuna siz de katılıp onunla yarışabilirsiniz.
9- Ekrandan uzak tutun!
Günümüz ebeveyninin en büyük hatası, çocuğu tembelleştiren tabletle vakit geçirme alışkanlığı. 2-2.5 yaşından itibaren artık tüm çocukların mükemmel birer tablet ve telefon kullanıcısı olduğunu görüyoruz. Uzun vadede çocuğunuzun kapasitesini kısıtlayan bu alışkanlık aynı zamanda çocuğu hareketsizliğe yöneltiyor. Hem fiziksel hem mental anlamda zarar veriyor. Teknoloji çağında tamamen yasaklamanız doğru olmasa da azaltmasına yardımcı olabilir, belli saatlerde kullanmasına izin verebilirsiniz.
10- Yeteri kadar uyumasına özen gösterin!
Gereğinden fazla uyku metabolizmanın yavaşlamasına, az uyku ise büyümenin yavaşlamasına yol olacaktır. Çocuğunuzun yaş aralığına göre doktorundan günde kaç saat uyuması gerektiğini öğrenebilirsiniz.
Bilgilendirici bir yazı olduğunu düşünüyorum. Bu bilgiler tabi ki bir doktor kontrolünde kilo verirken size yardımı dokunacak ipuçları. Eğer çocuğunuzda olması gerekenden fazla bir kilo olduğunu gözlemliyorsanız yapmanız gereken ilk iş durumu bir uzmanla paylaşmaktır. Tüm bu bilgiler tedavi sürecinde size yardımcı olabilecek ve işinizi kolaylaştıracak ufak tüyolar. Umarım faydalanabileceğiniz bir yazı olmuştur.
Hoşçakalın...
Bugün yine takip ettiğim kaynaklardan birinde denk geldiğim çok güzel bir bilgiseli sizlerle paylaşacağım.
Hepimizin bildiği gibi dünyada obezite her geçen gün yaygınlaşıyor. Uzmanlar önümüzdeki yıllarda her üç Avrupalı çocuktan birinin obez olacağını öngörüyor. Değişen ebeveyn davranışlarının ve yanlış yönlendirmelerin de bu durumda çok büyük etkisi var. Çocuklara sağlıklı beslenme alışkanlığı kazandırmak da bir ebeveyn görevi. Üstelik sağlıklı beslenme alışkanlığı kazanmak obezitenin önüne geçmenin yanı sıra, uzun vadede diyabet ve kalp hastalıklarını riskini de azaltacaktır. Yine uzmanlar erken yaşta kazanılan sağlıklı beslenme alışkanlığı sayesinde obezite riskinin %60'a kadar azaldığını, ayrıca kanser, 2-tip diyabet, kalp krizi, uyku apnesi, yüksek kan basıncı ve erken ölüm riskini de minimuma indirdiğini söylüyor. Peki çocuklarımıza bu konuda nasıl yardımcı olabilir, onları nasıl yönlendirebiliriz?
1- Kendilerine güvenmelerine ve güçlü olmalarına yardımcı olun!
Bir çocuk için her şeyden önemlisi bu durumun psikolojik ağırlığını üzerinde hissetmemesidir.
Eğer çocuğunuza kilosuyla ilgili baskıda bulunur ve onun kendisini kilosundan dolayı kötü hissetmesine sebep olursanız uzun vadede çok daha büyük bir zarar vermiş olursunuz. Onları kalori yakmaya yönelik aktiviteler konusunda daha farklı yollarla cesaretlendirin, kilolarını öne sürmeyin.
2- Örnek olun!
Birlikte aktivite yapın. Örneğin birlikte yürüyüşe ve koşuya çıkın, bir spor aktivitesini birlikte gerçekleştirin. Çocuklar yetişkinlerin davranışlarına özenme ve taklit etme eğilimindedir. Siz spor yaparsanız ve bunun ne kadar eğlenceli bir aktivite olduğuna çocuğunuzu inandırırsanız, kendisi de isteyerek bu aktivitelere katılacaktır.
3- Birlikte market alışverişine çıkın!
Alışveriş listenizde poşeti doldurmanıza o da yardım etsin. Sebze meyve reyonuna geldiğinizde istediği sebzeyi onun seçmesini bir dahaki menüde o sebzeyi deneyeceğinizi söyleyin. Çocuklar yeniliklere ve içinde küçük oyunlar barındıran aktivitelere daha çok ilgi duyar. Bu şekilde daha önce yemediği bir sebzeyi denemesini ve sevmesini sağlayabilirsiniz.
4- Birlikte yemek yapın!
Evet özellikle çalışan anneler için bazen dışardan söylemek büyük kolaylık olabilir fakat çocuğumuz ve kendi sağlığımız için en iyisi her zaman yemeğimizi kendimiz pişirmek olacaktır. Böylesi hem daha ucuz, hem de çocuklarla birlikte gerçekleştirilen eğlenceli bir aktivite olacaktır. Özellikle bir sebze yemeğini çocuğunuzla pişirirseniz, yapım aşamasına kendisi de dahil olduğu için o yemeği yemesi daha kolay hale gelir.
5- Yemeği birlikte yiyin!
Bazen yemek saatleri birbirine hiç uymayabilir ve evdeki tüm bireyler ayrı ayrı yemek zorunda kalabilir. Fakat ortak bir yemek saati belirleyip birlikte yemek yemek hem yediklerinizle çocuklarınıza örnek olmanız hem de onun yeme alışkanlıklarını daha iyi gözlemlemeniz açısından faydalı olacaktır.
6- Daha küçük porsiyonlar hazırlayın!
Özellikle gelişim çağında tüm vitamin ve mineralleri ihtiyaç duyduğu kadar alabilmesi için gün içinde farklı besinlerden oluşan sık porsiyonlar çocuğunuzun sağlığını olumlu destekleyecektir. Bununla birlikte arada küçük kaçamaklar yapmak için de küçük porsiyonlu tüketime geçiş fikri ideal olabilir.
7- Yemekleri ödül olarak kullanmaktan vazgeçin!
Bir etiket, bir oyuncak, bir oyun ödül olabilir. Ancak yemek bir ödül değil yaşamsal bir gereksinimdir. Bu yüzden çocuklarınızı iyi davranışları için bir dilim pasta veya bir paket çikolatayla ödüllendirmeyin.
8- Su içmeye teşvik edin!
Hayatımız boyunca en zor edindiğimiz alışkanlıklardan biri de bu. Çocuk yaşta su içmeyi alışkanlık haline getirmek daha kolaydır. Şekerli içeceklerdense su içmeye yönlendirin. Bunun için ona ait seveceği tasarımda bir şişe suyu gün içinde tamamen içip bitirmesini yine ona oyun gibi empoze edebilir, bu oyuna siz de katılıp onunla yarışabilirsiniz.
9- Ekrandan uzak tutun!
Günümüz ebeveyninin en büyük hatası, çocuğu tembelleştiren tabletle vakit geçirme alışkanlığı. 2-2.5 yaşından itibaren artık tüm çocukların mükemmel birer tablet ve telefon kullanıcısı olduğunu görüyoruz. Uzun vadede çocuğunuzun kapasitesini kısıtlayan bu alışkanlık aynı zamanda çocuğu hareketsizliğe yöneltiyor. Hem fiziksel hem mental anlamda zarar veriyor. Teknoloji çağında tamamen yasaklamanız doğru olmasa da azaltmasına yardımcı olabilir, belli saatlerde kullanmasına izin verebilirsiniz.
10- Yeteri kadar uyumasına özen gösterin!
Gereğinden fazla uyku metabolizmanın yavaşlamasına, az uyku ise büyümenin yavaşlamasına yol olacaktır. Çocuğunuzun yaş aralığına göre doktorundan günde kaç saat uyuması gerektiğini öğrenebilirsiniz.
Bilgilendirici bir yazı olduğunu düşünüyorum. Bu bilgiler tabi ki bir doktor kontrolünde kilo verirken size yardımı dokunacak ipuçları. Eğer çocuğunuzda olması gerekenden fazla bir kilo olduğunu gözlemliyorsanız yapmanız gereken ilk iş durumu bir uzmanla paylaşmaktır. Tüm bu bilgiler tedavi sürecinde size yardımcı olabilecek ve işinizi kolaylaştıracak ufak tüyolar. Umarım faydalanabileceğiniz bir yazı olmuştur.
Hoşçakalın...
29 Kasım 2018 Perşembe
Detox Yapıyoruz, Toksinlerden Arınıyoruz! Acaba Gerçekten İşe Yarıyor Mu?
Herkese yeniden merhaba!
Gıda gündemiyle ilgili araştırma yaparken EUFIC resmi sayfasında yayınlanmış çok güzel bir yazıya denk geldim. Son yılların favori uygulaması detoksla ilgili olarak pek çok uluslararası kaynak kullanarak harika bir bilgisel hazırlamışlar. Sizlerin de faydalanabilmesi için kısa bir versiyonunu türkçeye çevirip paylaşacağım. Keyifli okumalar!
Detoks son yıllarda favori bir uygulama haline geldi.
Kısaca; vücuttaki toksinleri atmaya yardımcı olan, kilo vermeyi sağlayan ve cildi daha parlak gösteren kısa süreli bir beslenme şekli ya da diyet olarak tanımlayabiliriz. Bu detokslar belli bir süre hiç yemek yememe, paketli gıda tüketimini durdurma, şekeri kesme ya da tek tip gıdayla beslenme gibi farklı kollara ayrılabiliyor. Bazı detokslarda temiz beslenme dediğimiz tarza uygun şekilde, sebze meyve ağırlıklı ve şeker, kafein gibi spesifik bazı ürünlerden uzak duracak şekilde ilerlerken; bazılarında toksin atmaya yardımcı olduğuna inanılan bazı gıdalar tüketilerek diyet uygulanır.
Peki detoksla ilgili gerçek nedir?
Toksinlerin vücuttan atılması görevini bağırsaklarımız ve karaciğerimiz üstlenir. Bu görevi; uyguladığınız herhangi bir diyetten bağımsız olarak yani aslında bir vücut fonksiyonu olarak gerçekleştirirler. Bir vücut fonksiyonunun %100 işlevsel şekilde işleyebilmesi de günlük olarak ihtiyaç duyduğunuz tüm besin değerlerine ulaştığınızda mümkündür. Bu açıdan incelendiğinde sebze ve meyve tüketimini baz alan diyetler elbette ki insan sağlığını destekler niteliktedir fakat tek tip sebzeye dayalı diyetler (örneğin kabak detoksu veya lahana detoksu) vücudumuzun ihtiyaç duyduğu tüm besin değerlerini sağlayamadığı için toksinlerin vücuttan istenildiği şekilde atılmasına yardımcı olmadığı gibi sağlığınızı da olumsuz etkileyebilir.
Vücudumuzun şeker detoksuna ihtiyacı var mı?
En yaygın diyet uygulamalarından biri de şekerden uzak durmaya dayalı olanlardır. Özellikle medyada toksik, zehirli hatta bağımlılık yapan bir gıda olarak anıldığı için şekere karşı ciddi bir önyargı söz konusu diyebiliriz. Aslında şeker vücudunuzun izin verdiği oranda tükettiğinizde toksik bir etkiye sahip değildir. Fakat pek çok insan bu sınır konusunda bilinçsiz olduğu için genel olarak gereğinden fazla şeker tüketmektedir ve şekeri zararlı haline getiren de bu bilinçsiz tüketimdir. Bu tip bir bilinçsiz tüketim hem obeziteye sebep olabilir, hem de fiziksel pek çok hasara sebep olabilir (diş çürümesi gibi). Dolayısıyla aslında sıfır şeker detoksu yapmak yerine şeker tüketimini düzenlemek ve ve dikkatli tüketmek daha eğlenceli bir çözüm olabilir.
Peki meyvelerdeki şeker de detoks programına dahil edilmeli midir?
Bildiğimiz üzere meyveler de kendi doğallığında şeker içermektedir. Meyve şekeri literatürde fruktoz olarak geçmektedir. Meyveler büyük oranda lif de içerdikleri ve lif içeriği doğal şekerin vücudumuzdaki sindirimine çok büyük katkı sağladığı için aslında meyve kendi içinde büyük bir dengeye sahiptir. Yani meyve tükettiğinizde vücudunuza doğal şeker almış oluyorsunuz fakat bunu sindirmeye yardımcı lifi de almış olduğunuz için diyetinizde olumsuzluk yaratmıyor. Tabi yine tüketim miktarının önemi burada çok yüksek. En sağlıklı gıda bile fazla tüketimle vücudunuz için toksik etki yaratabilir.
Şeker tüketiminde dikkat etmemiz gereken oran nedir?
Dünya Sağlık Örgütü bize bu konuda genel bir bilgi veriyor. Serbest şeker tüketimi için (burada hazır meyve sularının, gıdalara ve atıştırmalıklara eklenen şekerden bahsediyoruz) günlük aldığınız kolarinin %10'undan az olması tavsiye ediliyor. Genel itibariyle yetişkin birisi için 12 çay kaşığı (50 gram), 9-13 yaş grubundaki birisi için 10 çay kaşığı (45 gram), 4-8 yaş grubu için 8 çay kaşığı (40 gram) gibi düşünülebilir.
Tüm bu bilgilerden vardığımız sonuç; toksinlerden arınma işini bağırsaklarınıza ve karaciğerinize bırakın!
Yazıda da belirttiğimiz gibi toksinleri vücuttan atmak için görevli iki organımız var. Tüm organlar gibi bağırsak ve karaciğerin de etkinliği sizin günlük tüketiminizi dengeli yapmanıza bağlıdır. Dengeli bir beslenme günlük ihtiyaç duyduğunuz besin değerlerini doğru bir şekilde alırsanız zaten bu organlar görevini yerine getirecek ve toksin maddeleri vücudunuzda barındırmayacaktır. Buna ek olarak kilo almak veya vücudunuza fazladan toksin madde yüklemek istemiyorsanız tüm gıdalar için fazla tüketimden kaçınmanız gerekiyor.
Dengeli beslenin, ihtiyaç duyduğunuz kadar beslenin ve gerisini organlarınıza bırakın!
Kaynak : https://www.eufic.org/en/healthy-living/article/detoxing-does-it-really-work
Gıda gündemiyle ilgili araştırma yaparken EUFIC resmi sayfasında yayınlanmış çok güzel bir yazıya denk geldim. Son yılların favori uygulaması detoksla ilgili olarak pek çok uluslararası kaynak kullanarak harika bir bilgisel hazırlamışlar. Sizlerin de faydalanabilmesi için kısa bir versiyonunu türkçeye çevirip paylaşacağım. Keyifli okumalar!
Detoks son yıllarda favori bir uygulama haline geldi.
Kısaca; vücuttaki toksinleri atmaya yardımcı olan, kilo vermeyi sağlayan ve cildi daha parlak gösteren kısa süreli bir beslenme şekli ya da diyet olarak tanımlayabiliriz. Bu detokslar belli bir süre hiç yemek yememe, paketli gıda tüketimini durdurma, şekeri kesme ya da tek tip gıdayla beslenme gibi farklı kollara ayrılabiliyor. Bazı detokslarda temiz beslenme dediğimiz tarza uygun şekilde, sebze meyve ağırlıklı ve şeker, kafein gibi spesifik bazı ürünlerden uzak duracak şekilde ilerlerken; bazılarında toksin atmaya yardımcı olduğuna inanılan bazı gıdalar tüketilerek diyet uygulanır.
Peki detoksla ilgili gerçek nedir?
Toksinlerin vücuttan atılması görevini bağırsaklarımız ve karaciğerimiz üstlenir. Bu görevi; uyguladığınız herhangi bir diyetten bağımsız olarak yani aslında bir vücut fonksiyonu olarak gerçekleştirirler. Bir vücut fonksiyonunun %100 işlevsel şekilde işleyebilmesi de günlük olarak ihtiyaç duyduğunuz tüm besin değerlerine ulaştığınızda mümkündür. Bu açıdan incelendiğinde sebze ve meyve tüketimini baz alan diyetler elbette ki insan sağlığını destekler niteliktedir fakat tek tip sebzeye dayalı diyetler (örneğin kabak detoksu veya lahana detoksu) vücudumuzun ihtiyaç duyduğu tüm besin değerlerini sağlayamadığı için toksinlerin vücuttan istenildiği şekilde atılmasına yardımcı olmadığı gibi sağlığınızı da olumsuz etkileyebilir.
Vücudumuzun şeker detoksuna ihtiyacı var mı?
En yaygın diyet uygulamalarından biri de şekerden uzak durmaya dayalı olanlardır. Özellikle medyada toksik, zehirli hatta bağımlılık yapan bir gıda olarak anıldığı için şekere karşı ciddi bir önyargı söz konusu diyebiliriz. Aslında şeker vücudunuzun izin verdiği oranda tükettiğinizde toksik bir etkiye sahip değildir. Fakat pek çok insan bu sınır konusunda bilinçsiz olduğu için genel olarak gereğinden fazla şeker tüketmektedir ve şekeri zararlı haline getiren de bu bilinçsiz tüketimdir. Bu tip bir bilinçsiz tüketim hem obeziteye sebep olabilir, hem de fiziksel pek çok hasara sebep olabilir (diş çürümesi gibi). Dolayısıyla aslında sıfır şeker detoksu yapmak yerine şeker tüketimini düzenlemek ve ve dikkatli tüketmek daha eğlenceli bir çözüm olabilir.
Peki meyvelerdeki şeker de detoks programına dahil edilmeli midir?
Bildiğimiz üzere meyveler de kendi doğallığında şeker içermektedir. Meyve şekeri literatürde fruktoz olarak geçmektedir. Meyveler büyük oranda lif de içerdikleri ve lif içeriği doğal şekerin vücudumuzdaki sindirimine çok büyük katkı sağladığı için aslında meyve kendi içinde büyük bir dengeye sahiptir. Yani meyve tükettiğinizde vücudunuza doğal şeker almış oluyorsunuz fakat bunu sindirmeye yardımcı lifi de almış olduğunuz için diyetinizde olumsuzluk yaratmıyor. Tabi yine tüketim miktarının önemi burada çok yüksek. En sağlıklı gıda bile fazla tüketimle vücudunuz için toksik etki yaratabilir.
Şeker tüketiminde dikkat etmemiz gereken oran nedir?
Dünya Sağlık Örgütü bize bu konuda genel bir bilgi veriyor. Serbest şeker tüketimi için (burada hazır meyve sularının, gıdalara ve atıştırmalıklara eklenen şekerden bahsediyoruz) günlük aldığınız kolarinin %10'undan az olması tavsiye ediliyor. Genel itibariyle yetişkin birisi için 12 çay kaşığı (50 gram), 9-13 yaş grubundaki birisi için 10 çay kaşığı (45 gram), 4-8 yaş grubu için 8 çay kaşığı (40 gram) gibi düşünülebilir.
Tüm bu bilgilerden vardığımız sonuç; toksinlerden arınma işini bağırsaklarınıza ve karaciğerinize bırakın!
Yazıda da belirttiğimiz gibi toksinleri vücuttan atmak için görevli iki organımız var. Tüm organlar gibi bağırsak ve karaciğerin de etkinliği sizin günlük tüketiminizi dengeli yapmanıza bağlıdır. Dengeli bir beslenme günlük ihtiyaç duyduğunuz besin değerlerini doğru bir şekilde alırsanız zaten bu organlar görevini yerine getirecek ve toksin maddeleri vücudunuzda barındırmayacaktır. Buna ek olarak kilo almak veya vücudunuza fazladan toksin madde yüklemek istemiyorsanız tüm gıdalar için fazla tüketimden kaçınmanız gerekiyor.
Dengeli beslenin, ihtiyaç duyduğunuz kadar beslenin ve gerisini organlarınıza bırakın!
Kaynak : https://www.eufic.org/en/healthy-living/article/detoxing-does-it-really-work
Etiketler:
%100 doğal,
analiz,
araştırma,
bakanlık,
detoks,
detoks yapma,
diyet,
Gıda,
katkı maddeleri,
kodeks,
meyve,
obezite,
rapor,
sağlık,
şeker,
yararları,
yurtdışı,
zararları
17 Kasım 2017 Cuma
Gıdayla İlgili Müthiş Bir Yenilik
Herkese Merhaba!
Bugün burada gıda sektöründe uygulamaya koyulması beklenen bir yenilikten bahsedeceğim. Devrim niteliğinde olduğunu düşündüğüm bu uygulamaya bir dergiyi karıştırırken denk geldim ve hakkında biraz araştırma yaptıktan sonra sizlerle de paylaşmak istedim.
Hepimizin bildiği üzere sebze ve meyvenin en tazesine ulaşmak gelişmiş ülkelerde epey zorlaştı. Tarlalardan hale, halden pazara ve marketlere ve oradan evlerimize gelene kadar uzun süre taşınan sebze ve meyvelerin evimizdeki ömürleri çok kısa oluyor. Bu süreyi uzatmak için buzdolabından faydalanıyoruz fakat o da bir yere kadar.
Biz gıda mühendislerinin de aslında en büyük amaçlarından biri, gıdaların raf ömrünü kalitesini de koruyacak şekilde mümkün mertebe uzatabilmek. Bunun için yıllardır pek çok gıda grubunda çeşitli çalışmalar yapılmış ve faydaları da görülmüştür. Fakat öyle bir çalışma düşünün ki, sizin gözünüzle görmediğiniz sihirli bir kılıf meyve ve sebzelere giydirilmiş olsun, bunu tüketmenin size hiçbir zararı olmasın ve bu sayede birkaç günlük ömrü olan pek çok sebze meyveyi haftalarca saklama imkanınız olsun. California'da kurulan Apeel isimli bir şirkette meslektaşlarımız bunu başardı. Üstelik gıda güvenliği konusunda önemli bir otorite olan FDA'nın da onayını aldı ve önümüzdeki yıl organik ürünlerde kullanılmak üzere çalışmalara başladılar.
Uygulamadan kısaca bahsetmek gerekirse, birkaç değerli gıdanın yağlarını çıkartıp bu yağları bir çeşit toza dönüştürmüşler. Sonrasında bu tozu suda eritip jel gibi bir kıvam elde etmişler. İşte bu jelle sebze ve meyvelerin üzerini adeta koruyucu bir kılıf gibi kaplıyorlar ve bu sayede gıdanın neminin dşarı çıkmasına, mikroorganizmaların da gıdanın içine girmesine engel oluyorlar. Böylelikle gıda kalitesini de koruyarak ve tüketici tarafından tadında bir değişiklik hissedilmeksizin, birkaç haftaya kadar daha uzun raf ömrüne sahip oluyor. Özellikle yurtdışından gelen sebze ve meyveler veya çok kısa raf ömrüne sahip muz, avokado, çilek gibi meyveler için kullanılıp başarılı sonuçlar elde edilmiş. Aşağıda bu işlem görmüş ve işlem görmemiş iki grup çileğin 5. gündeki durumlarını gösteren bir görsel var, farkı kendi gözlerinizle görebilirsiniz.
California'da kurulmuş bu şirketle ve uygulamalarıyla ilgili detaylı bilgi edinmek isterseniz websitesini de yazının sonuna ekleyeceğim, linkten ulaşabilirsiniz. Linkteki Edipeel başlığında uygulama yapılmış ve yapılmamış gıdaların zamana bağlı değişimini anlatan bir video var, telif haklarından dolayı paylaşmadım, arzu ederseniz siteden izleyebilirsiniz. Görüntüler gerçekten insana hayret veriyor.
Bir gıda mühendisi olarak böyle uygulamalar beni fazlasıyla heyecanlandırıyor ve gıda mühendisliği bilgilerinin işlevselliğini görmek de bir o kadar mutlu ediyor. Teoride bu tip işlemlerin uygulanabilirliğini eğitim hayatımız boyunca hep konuşmuştuk fakat pratikte uygulanabilir hale geldiğini görmek, gıda mühendisliğinin gelişen teknolojilerle ne kadar entegre şekilde ilerlediğinin bir göstergesi.
Umarım keyifle okuduğunuz bir yazı olmuştur, herkese keyifli günler dilerim!
Kaynak: National Geographic Türkiye Kasım 2017
Bahsettiğim şirketin websitesi: http://apeelsciences.com/
Bugün burada gıda sektöründe uygulamaya koyulması beklenen bir yenilikten bahsedeceğim. Devrim niteliğinde olduğunu düşündüğüm bu uygulamaya bir dergiyi karıştırırken denk geldim ve hakkında biraz araştırma yaptıktan sonra sizlerle de paylaşmak istedim.
Hepimizin bildiği üzere sebze ve meyvenin en tazesine ulaşmak gelişmiş ülkelerde epey zorlaştı. Tarlalardan hale, halden pazara ve marketlere ve oradan evlerimize gelene kadar uzun süre taşınan sebze ve meyvelerin evimizdeki ömürleri çok kısa oluyor. Bu süreyi uzatmak için buzdolabından faydalanıyoruz fakat o da bir yere kadar.
Biz gıda mühendislerinin de aslında en büyük amaçlarından biri, gıdaların raf ömrünü kalitesini de koruyacak şekilde mümkün mertebe uzatabilmek. Bunun için yıllardır pek çok gıda grubunda çeşitli çalışmalar yapılmış ve faydaları da görülmüştür. Fakat öyle bir çalışma düşünün ki, sizin gözünüzle görmediğiniz sihirli bir kılıf meyve ve sebzelere giydirilmiş olsun, bunu tüketmenin size hiçbir zararı olmasın ve bu sayede birkaç günlük ömrü olan pek çok sebze meyveyi haftalarca saklama imkanınız olsun. California'da kurulan Apeel isimli bir şirkette meslektaşlarımız bunu başardı. Üstelik gıda güvenliği konusunda önemli bir otorite olan FDA'nın da onayını aldı ve önümüzdeki yıl organik ürünlerde kullanılmak üzere çalışmalara başladılar.
Uygulamadan kısaca bahsetmek gerekirse, birkaç değerli gıdanın yağlarını çıkartıp bu yağları bir çeşit toza dönüştürmüşler. Sonrasında bu tozu suda eritip jel gibi bir kıvam elde etmişler. İşte bu jelle sebze ve meyvelerin üzerini adeta koruyucu bir kılıf gibi kaplıyorlar ve bu sayede gıdanın neminin dşarı çıkmasına, mikroorganizmaların da gıdanın içine girmesine engel oluyorlar. Böylelikle gıda kalitesini de koruyarak ve tüketici tarafından tadında bir değişiklik hissedilmeksizin, birkaç haftaya kadar daha uzun raf ömrüne sahip oluyor. Özellikle yurtdışından gelen sebze ve meyveler veya çok kısa raf ömrüne sahip muz, avokado, çilek gibi meyveler için kullanılıp başarılı sonuçlar elde edilmiş. Aşağıda bu işlem görmüş ve işlem görmemiş iki grup çileğin 5. gündeki durumlarını gösteren bir görsel var, farkı kendi gözlerinizle görebilirsiniz.
California'da kurulmuş bu şirketle ve uygulamalarıyla ilgili detaylı bilgi edinmek isterseniz websitesini de yazının sonuna ekleyeceğim, linkten ulaşabilirsiniz. Linkteki Edipeel başlığında uygulama yapılmış ve yapılmamış gıdaların zamana bağlı değişimini anlatan bir video var, telif haklarından dolayı paylaşmadım, arzu ederseniz siteden izleyebilirsiniz. Görüntüler gerçekten insana hayret veriyor.
Bir gıda mühendisi olarak böyle uygulamalar beni fazlasıyla heyecanlandırıyor ve gıda mühendisliği bilgilerinin işlevselliğini görmek de bir o kadar mutlu ediyor. Teoride bu tip işlemlerin uygulanabilirliğini eğitim hayatımız boyunca hep konuşmuştuk fakat pratikte uygulanabilir hale geldiğini görmek, gıda mühendisliğinin gelişen teknolojilerle ne kadar entegre şekilde ilerlediğinin bir göstergesi.
Umarım keyifle okuduğunuz bir yazı olmuştur, herkese keyifli günler dilerim!
Kaynak: National Geographic Türkiye Kasım 2017
Bahsettiğim şirketin websitesi: http://apeelsciences.com/
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)