17 Kasım 2017 Cuma

Gıdayla İlgili Müthiş Bir Yenilik

Herkese Merhaba!

Bugün burada gıda sektöründe uygulamaya koyulması beklenen bir yenilikten bahsedeceğim. Devrim niteliğinde olduğunu düşündüğüm bu uygulamaya bir dergiyi karıştırırken denk geldim ve hakkında biraz araştırma yaptıktan sonra sizlerle de paylaşmak istedim.

Hepimizin bildiği üzere sebze ve meyvenin en tazesine ulaşmak gelişmiş ülkelerde epey zorlaştı. Tarlalardan hale, halden pazara ve marketlere ve oradan evlerimize gelene kadar uzun süre taşınan sebze ve meyvelerin evimizdeki ömürleri çok kısa oluyor. Bu süreyi uzatmak için buzdolabından faydalanıyoruz fakat o da bir yere kadar.

Biz gıda mühendislerinin de aslında en büyük amaçlarından biri, gıdaların raf ömrünü kalitesini de koruyacak şekilde mümkün mertebe uzatabilmek. Bunun için yıllardır pek çok gıda grubunda çeşitli çalışmalar yapılmış ve faydaları da görülmüştür. Fakat öyle bir çalışma düşünün ki, sizin gözünüzle görmediğiniz sihirli bir kılıf meyve ve sebzelere giydirilmiş olsun, bunu tüketmenin size hiçbir zararı olmasın ve bu sayede birkaç günlük ömrü olan pek çok sebze meyveyi haftalarca saklama imkanınız olsun. California'da kurulan Apeel isimli bir şirkette meslektaşlarımız bunu başardı. Üstelik gıda güvenliği konusunda önemli bir otorite olan FDA'nın da onayını aldı ve önümüzdeki yıl organik ürünlerde kullanılmak üzere çalışmalara başladılar.

Uygulamadan kısaca bahsetmek gerekirse, birkaç değerli gıdanın yağlarını çıkartıp bu yağları bir çeşit toza dönüştürmüşler. Sonrasında bu tozu suda eritip jel gibi bir kıvam elde etmişler. İşte bu jelle sebze ve meyvelerin üzerini adeta koruyucu bir kılıf gibi kaplıyorlar ve bu sayede gıdanın neminin dşarı çıkmasına, mikroorganizmaların da gıdanın içine girmesine engel oluyorlar. Böylelikle gıda kalitesini de koruyarak ve tüketici tarafından tadında bir değişiklik hissedilmeksizin, birkaç haftaya kadar daha uzun raf ömrüne sahip oluyor. Özellikle yurtdışından gelen sebze ve meyveler veya çok kısa raf ömrüne sahip muz, avokado, çilek gibi meyveler için kullanılıp başarılı sonuçlar elde edilmiş. Aşağıda bu işlem görmüş ve işlem görmemiş iki grup çileğin 5. gündeki durumlarını gösteren bir görsel var, farkı kendi gözlerinizle görebilirsiniz.



California'da kurulmuş bu şirketle ve uygulamalarıyla ilgili detaylı bilgi edinmek isterseniz websitesini de yazının sonuna ekleyeceğim, linkten ulaşabilirsiniz. Linkteki Edipeel başlığında uygulama yapılmış ve yapılmamış gıdaların zamana bağlı değişimini anlatan bir video var, telif haklarından dolayı paylaşmadım, arzu ederseniz siteden izleyebilirsiniz. Görüntüler gerçekten insana hayret veriyor.

Bir gıda mühendisi olarak böyle uygulamalar beni fazlasıyla heyecanlandırıyor ve gıda mühendisliği bilgilerinin işlevselliğini görmek de bir o kadar mutlu ediyor. Teoride bu tip işlemlerin uygulanabilirliğini eğitim hayatımız boyunca hep konuşmuştuk fakat pratikte uygulanabilir hale geldiğini görmek, gıda mühendisliğinin gelişen teknolojilerle ne kadar entegre şekilde ilerlediğinin bir göstergesi.

Umarım keyifle okuduğunuz bir yazı olmuştur, herkese keyifli günler dilerim!

Kaynak: National Geographic Türkiye Kasım 2017

Bahsettiğim şirketin websitesi: http://apeelsciences.com/

23 Temmuz 2017 Pazar

Günlük Süt Tüketimi ile İlgili

Herkese merhabalar!

Bugün kazanmamız gereken önemli bir alışkanlık olan süt tüketiminden bahsedeceğim.







Türk toplumu olan yerleşmiş çok yanlış bir algıya sahibiz. Sütün sadece çocuklar için bir gereksinim olduğunu düşünüp, belli bir yaştan sonra tüketmeyi ya azaltıyor ya da tamamen bırakıyoruz. Ülkemizde kişi başı süt tüketimi yıllık olarak ortalama 24 litre. Bu tüketimin 8 litresi paketli sütlerden oluşurken, geri kalanı açık satılan sütlerden oluşmakta. Mevsimsel olarak da bu oranın ciddi şekilde düşüşe uğradığı gözlemlenmiş. Örneğin yaz aylarında kış aylarına göre çok düşük seviyede süt tüketiyoruz. Peki süt gerçekten sadece çocuklar için mi bir ihtiyaç yoksa her yaşa hitap eden bir gıda mı?












Yukarıda görselde pek çok farklı gıdadan elde edebileceğiniz kalsiyum miktarları tablo olarak verilmiş. Bu tabloya bakarak şöyle bir yorum yapmak mümkün;

Bir bardak süt günlük ortalama kalsiyum ihtiyacımızın yarısını karşılıyor. Bildiğimiz üzere kalsiyum sadece çocuk gelişimi için değil, yetişkinler için de çok önemli bir mineraldir. Kemik sağlığı ve diş sağlığı için çok önemlidir. Özellikle yaşlılığa bağlı kemik erimesi gibi durumlarla karşılaşmamak için vücudumuzun yeteri kadar kalsiyum aldığına emin olmalıyız.

Buna ek olarak süt çok önemli bir protein kaynağıdır. Bir bardak süt, günlük ortalama ihtiyaç duyduğumuz proteinin %30una yakınını karşılamaktadır. Bu oran çocuklar için %35leri bulmaktadır. Ek olarak,  Magnezyumun %18’ini, Fosforun %55’ini, Çinkonun %12’sini, İyotun %30’unu, A vitaminin %9’unu, B1 vitaminin %11’ini, B2 vitaminin %44’ünü, B6 vitaminin %13’ünü, B12 vitaminin %98’ini, Folatın %12’sini, Niasinin %16’sını karşılar.

Tüm bu vitamin ve mineraller vücudumuz için gerçekten çok kıymetlidir. Bu kuvvetli içeriğinden dolayı sütün birkaç temel faydasından bahsetmek gerekirse;

-kemik sağlığını destekler
-kan basıncını dengeler
-kas gelişimini destekler
-kolesterolü dengeler
-hücre ve doku oluşumunda rol alır
-tırnak ve saç oluşumunda rol alır.



 

Gördüğümüz üzere süt sadece çocuklar için değil; her yaşta insan için bir gerekliliktir. Et ve Süt Kurumu'na göre;

Günde bir bardak süt tüketmek yeterli ve dengeli beslenme için yeterli değildir. Yeterli ve dengeli bir beslenme için günde en az;

  • Bebekler 750 g,
  • Çocuklar 300-350 g,
  • Gençler 350 g,
  • Yetişkinler-yaşlılar 250-400 g,
  • Hamile-emzikli kadınlar 500 g
    içme sütü tüketilmelidir. 


Bir gıda mühendisi adayı olarak tavsiyem, süt tüketiminizde paketli hazır sütleri tercih edin. Günlük süt de tüketseniz, UHT yani uzun ömürlü süt de tüketseniz, bunlar sağlığınız için yukarıdaki tüm gereklilikleri barındıran en sağlıklı sütlerdir. Hijyenik ortamlarda üretilip, defalarca analiz edilirler. Dışarıdan açık şekilde aldığınız sütler ise denetimsizdir. Bazen sadece evde kendi imkanlarınızla kaynatmanız yeterli olmayabilir ve çeşitli hastalıklara sebep olabilir. Bu yüzden her zaman paketli halde satılan sütleri tercih etmenizi tavsiye ederim.

Umarım sizler için faydalı bir yazı olmuştur. Herkese iyi günler dilerim!


Instagram Adresim


KAYNAKLAR

http://www.esk.gov.tr
https://www.sutdunyasi.com/





10 Temmuz 2017 Pazartesi

Meyve Nektarı ile %100 Meyve Suyunun Farkı Nedir?

Herkese merhaba!

Bugün sizlere meyve nektarı ile %100 meyve suyunun farkından bahsedeceğim.



Meyve suyu ürünlerini içerdikleri meyve oranlarına göre çeşitli kategorilerde inceliyoruz. Temel olarak 4 tane kategori var. Bunlar, %100 meyve suyu, meyve nektarı, meyveli içecek ve aromalı içeceklerdir. Market raflarından genel olarak meyve suyu adı altında aldığımız ürünler ise meyve nektarı ve %100 meyve suyudur. Aslında en başta da ifade ettiğim gibi, bu ürünlerin farkı içerdikleri meyve miktarının farkından gelmektedir.

%100 meyve suyu dediğimiz ürünler, adından da anlaşılacağı gibi %100 oranında meyve içermektedir. Bir ürünün üzerinde bu ibareyi görüyorsanız %100 meyve içerdiğine emin olabilirsiniz çünkü bunun kontrolleri bakanlık tarafından yapılmaktadır ve bir ürünün %100 meyve suyu etiketine sahip olması için gerçekten de %100 meyve içermesi gerekmektedir.



Fakat her meyve bu şekilde üretime uygun değildir. Çok ekşi tada sahip olan vişne veya yoğun kıvama sahip olan şeftali gibi meyvelerin suyu, ekstra su kullanarak seyreltilmeli ve tat dengesini bozmamak için şeker eklenmelidir. Bu oranlar meyveden meyveye değişebilir ve hangi orana sahip olması gerektiği yine aynı şekilde kodekste ilgili yönetmelikle belirtilmiştir.  Ortalama olarak bu değer %25-%99 aralığındadır.

Hangisini tercih edeceğiniz size kalmış. Bu noktada tercih kriteriniz, nektarda kullanılan ekstra işlenmiş şeker olabilir. İşlenmiş şeker tüketimiyle ilgili bir sınırlamanız varsa, sadece doğal meyve şekeri içeren %100 meyve sularını tercih edebilirsiniz.

Umarım sizler için faydalı bir yazı olmuştur. Keyifli günler dilerim.

Kaynak: Meyve Suyu Endüstrisi Derneği Bilgi Merkezi



Beni instagramda da takip etmeyi unutmayın! ---> foodie.advices

9 Temmuz 2017 Pazar

Her Yerde Denize Girilir Mi?

Herkese merhaba!

Uzun bir ara vermek zorunda kaldığım blog yazılarıma, yaz tatilinin başlaması sayesinde devam etmeye karar verdim.

Yaz aylarının gelmesiyle birlikte açılan tatil sezonu bizlere ilk olarak deniz, kum, güneş üçlüsünü hatırlatıyor. Özellikle İstanbul'da nemin de etkisiyle hissedilen sıcaklıkların 40 derecelere ulaşmasıyla birlikte, neredeyse gördüğümüz küçücük bir su birikintisine atlayasımız geliyor. Yaz tatilini Ege sahillerinde veya Akdeniz koylarında geçiremeyenler için, İstanbul'daki plajlar tercih edilmeye başladı. Fakat serinleyebilmek adına, her denize girilmesi doğru mudur ya da herhangi bir şekilde sağlığımızı olumsuz etkiler mi? Bugünkü yazımda bu konuyu ele almaya çalışacağım.



Öncelikle şunu bilmek gerekir ki deniz suyu sağlığınızı iki şekilde bozabilir. Birincisi su yutmanız sonucu, eğer su kirliyse mikroplardan dolayı hastalanabilirsiniz. İkincisi ise kadın iseniz ve yine girdiğiniz suda mikrop varsa kadın hastalıklarına yakalanabilirsiniz.

Birincisi herkesi etkileyen bir durumdur ve sıklıkla da rastlanır. Yuttuğumuz bu sularda mikrop varsa genellikle sindirim sistemimizi etkiler ve karın ağrısı, ishal gibi emetik problemlere yol açar. Bununla birlikte, girdiğiniz suda ağır metaller varsa yani sanayi bölgesinde ve atık mevcut olan bir denize giriyorsanız, bu ağır metaller vücudunuzda birikip uzun vadede hastalığa yol açabilir yada kısa vadede ağır metal zehirlenmesine sebep olabilir.

İkinci durum ise aslında idrar yolları enfeksiyonu gibi rahatsızlıklara sebep açmasıdır ve herkeste görülebilir fakat kadınlarda çok daha yaygın olarak görülmektedir.

Peki girdiğimiz suyun güvenli olup olmadığını nereden bileceğiz? Aslında çok basit. Uluslararası çevre örgütleri, denizlerin belli kriterlere sahip olma durumlarına göre onlara çeşitli bayraklar veriyor. Bu bayrakların rengine göre, girdiğiniz denizin hem can güvenliğiniz açısından hem de hijyenik açıdan uygun olup olmadığını öğrenebilirsiniz. Mavi bayrak-mükemmel, yeşil bayrak-iyi, sarı bayrak-kötü, kırmızı bayrak ise girilmesi yasak olan denizleri ifade etmektedir. www.mavibayrak.org adresinin verilerine göre, Türkiye mavi bayraklı en fazla deniz plajı olan Dünya'daki 3. ülkedir. Toplamda 454 adet plajı bulunmaktadır. İstanbul'da maalesef sadece 2 tane mavi bayraklı plaj bulunmakta. Bunlardan biri Şile'de bir otelin plajı, diğeri ise uzunkum plajının orta noktası.



Bu iki plaj haricinde gideceğiniz denizin güvenilirliğini sorgulamak istediğinizde, sağlık bakanlığına ait olan http://yuzme.saglik.gov.tr/ web sitesini kullanabilirsiniz. Özellikle Silivri çevresindeki plajların büyük çoğunluğunun sarı bayrağa sahip olduğunu yani kötü durumda olduğunu görebilirsiniz. 2 yıl önce staj yaptığım bir laboratuvara Silivri'den alınmış örnek sular analiz etmemiz için getirilmişti ve bu analizlerimiz sonucunda sudan E.coli adını verdiğimiz, kirli sularda çok yaygın olan bir bakteriye rastlamıştık.

Bu doğrultuda kişisel tavsiyem, gideceğiniz denizi önceden verdiğim adresten kontrol etmeniz. Yine de girmek istiyorsanız mümkünse su yutmamaya ve sudan çıktıktan sonra hemen duş almaya özen gösterin. Böylelikle kadın hastalıklarına karşı da kendinizi bir nebze koruyabilirsiniz.

Umarım sizler için faydalı bir yazı olmuştur.

Herkese keyifli günler dilerim!

28 Nisan 2017 Cuma

Evde Yapılan Domates Konservesi Tehlikeli Midir?

Herkese merhaba!

Bugün sizlere geçtiğimiz günlerde gündeme gelmiş ve çok büyük soru işaretlerini beraberinde getirmiş bir konudan gıda mühendisi perspektifiyle bahsedeceğim.

Mersin'de geçtiğimiz günlerde evde yapılmış konserve domatesler aynı aileye mensup ve bu domatesleri tüketmiş 4 kişinin ölümüyle sonuçlanmış üzücü bir olay meydana geldi. Bu durum herkesin kafasında böyle bir tehlikenin varlığıyla ilgili büyük soru işaretleri oluşturdu.



Türkiye'de özellikle ev hanımları yazın hem daha uygun fiyata hem taze şekilde satın alabildikleri domatesleri, kışın değerlendirmek amacıyla kaynatarak konserveliyorlar. Yıllardır tercih edilen bu yöntem sayesinde kışın da taze domates lezzetinde ürün tüketebiliyorlar. Cep dostu da bir yöntem olması sebebiyle çok tercih edilen konserveleme işlemiyle ilgili duyulan bu üzücü haber, insanlara bir kaç şeyi sorgulatmalıdır.

Birincisi gıda mühendisi olarak bizlerin gıda güvenliğindeki etkisinin ne kadar yüksek olduğu ve önyargıyla değil güvenle yaklaşılması gereken ve sağlığımızı direkt etkileyen bir meslek grubu olduğu gerçeğidir.

İkincisi doğru olduğuna inandığımız ev koşullarında yapılan her üretimde gıdadan kaynaklı zehirlenmelerin ölümle sonuçlanabilecek kadar büyük sorunlar oluşturabileceği gerçeğidir.

Öncelikle domates konservesiyle ilgili olarak sağlığımızı bu denli tehdit edebilecek unsurun ne olduğu konusuna bir göz atalım. Bildiğimiz üzere bu konserveleme işlemi çiğ sebzeye uygulanmaz. Öncelikle konservelenmek istenen sebze bir süre kaynatılır ve sonrasında sıcak şekilde konserveleme işlemi yapılır. Kaynatma işlemi gıdanın güvenliği açısından son derece önemli bir husustur. Bazı hastalık yapabilen mikroorganizmalar yüksek sıcaklığın etkisiyle yok edilebilir. Konserve gıdalar için yani oksijenin varlığının kısıtlı olduğu ortamlarda en önemli zararlı bakterilerden bir tanesi Clostridium Botulinum adı verilen bir bakteridir. Bu bakteri oksijen varlığının az olmasından etkilenmez yani oksijen olmayan ortamlarda da gelişim gösterebilen bir bakteri çeşididir. Bu tehlikeyi ortadan kaldırmak için kaynatma işlemi büyük önem taşır. Yapılan araştırmalar 119-121 derecelik sıcaklıklara belli bir süre tabi tutulan gıdada Clostridium Botulinum sayısının insan sağlığını tehdit etmeyecek derecede düşürüldüğünü ortaya koymuştur. Gıda fabrikalarında bu sıcaklıklara ulaşmak son derece kolaydır. Üstelik bu işlemi görmüş gıdaya son olarak mikrobiyolojik analizler yapılarak bakteri sayısı da gözlemlenebilir. Yani marketten satın alacağınız konserve gıdada son kullanma tarihi öncesinde böyle bir risk yer almaz. Ancak ev ortamında bu sıcaklıklara ulaşmak son derece zor olduğu gibi, ürün uzun süre kaynatılmazsa bakteriler yaşamaya devam edebilir. Bu da sağlığınızı tehdit edecek önemli bir problem yaratır.



Bu noktada dikkat edilmesi gereken şey, ev ortamında hazırlayacağınız konserveler için uzun süre yüksek ateşte kaynatmak ve ürünü hazırladıktan sonra buzdolabı koşullarında muhafaza etmektir. Öncesinde sterilizasyon amacıyla konservelerinizi de kapaklarıyla birlikte kaynatmanızı tavsiye ederim. Yine de ham maddenin yani domatesin tazeliği ve mikroorganizma içeriği de son derece önem arz eder.

Nacizane tavsiyem, bir gıda mühendisi olarak bu tip ürünlerde sağlığınız açısından hazır konserveleri tercih etmenizdir. En azından son kullanma tarihine kadar o ürünün güvenli olduğuna emin olursunuz. Market koşullarında, depolama esnasında ürün hava almış ve mikrobiyal gelişim gözlemlenmiş olsa dahi bunu çok basit bir yöntemle farkedebilirsiniz. Marketlerden satın alacağınız konservelerin kapakları konservenin içindeki vakumdan dolayı dümdüz durmaktadır. Eğer ki o kapakta şişme gözlemlerseniz ürün hava almış demektir ve son kullanma tarihinden önce bozulacağının işaretidir. Aynı gözlemleri evde hazırladığınız konserveler için de yapabilirsiniz.

Umarım sizler için faydalı bir yazı olmuştur. Herkese iyi günler dilerim!